24 Kasım 2016 Perşembe

Günaydın Gülümsemesi ( Aile Babası )

İnsanlar sürüsüne bereket bir olmuş gidiyoruz. Bu kadar insan bir arada olmasına rağmen arkadaş olanlar dışında kimse birbirinin suratına bakmıyor.
Amaç güdenler yok mu? Var tabiki. Mesela saçlarını sabahın köründe kalkıp kıvırcık yapmış (zira yeni yapılmış gibi dağılmamış bütün halinde  sarı bukleleri ve bu saate yetiştirmişse o kalın telli ve çok saçlarını ezan ile kalkması gerekir) ne deniyordu ona maşalamak mı? Neyse saçını yapmış üzerinde birbirine uymayan sırıtan renklerden oluşan bi kombin ile adölesan kızımız kendini beğendirme çabaları içerisinde. Ülkemizin gururu biricik hem cinslerimde yok mu peki bu çabalar? Yine aynı çağın oğlanları üstünlük havaları içerisinde heran kendi bölgerine çişleriyle sınır çizebilirler. Nasıl olsa hep amcalara gösterdik neyden utanacağız. Yaş ne olursa şu kalabalığın içinde herkes varlığını kanıtlama çabasındaydı ve bunu önce bir konum sahibi olmakla yapabiliyorlardı. Dünyada bir alan kaplayabilmek, ne büyük bir lütuf. Yaşlı genç birbiri ile alakası olmayan ve ileşime kapalı olduğunu bildirmek için kulaklıkları takılı bu insan yığını yavaş yavaş dağılmaya başladıysada bir kitle olmaktan fazlasını olamadık. Öyle bir gruplanışımız var ki öyle bir birliğimiz, birimiz ayrılacak olsa kurt kapacak. Zaten şu halimizde bir tek höyt diyen çobanımız eksik. İlerliyoruz beton yığını içerisinde her yer gri arada bir beyaz çizgileri var İstanbul'un çokta bişey beklememek lazım ağaçlardan soyutulmuş, soyunmuş Eminönünden, bütün gerçekliği ile üzerinde adımlıyoruz nasıl olsa. Geç kalmamak için çabaladığım işime yetişebilme isteği hala içimde yanıyor, öyle sabırsızım ki engel olmasam kendime, önündeki insanları sağa sola iterek ilerleyeceğim. Ama yapamam tabi. Ne önümde ilerleyen kitleden daha hızlı ne arkamdan gelen kitleden daha yavaş ilerleyebilirim. Herkes aynı tempoda bazı işgüzarlar bir iki ayakkabıya basıpta kimden geldiği belli olmayan pardonlar dışında fabrika üretimi gibiyiz. Yanlış oldu o biraz, doğrusu herkes fabrika ürünü de ben fabrika artığı gibiyim. Ne yok olabiliyorum şu olmayan doğada ne birşey olup varolabiliyorum. Birşeylerim eksik diğer insanlardan. Kalbimde sanki bir delik var ve bu delik fizyolojik bir etkiden yoksun. Sadece yerli yersiz çöken bir hüzün. Ne dert edicez ama bunuda dimi diğer bütün hisler gibi buda geçecektir dedim kendime. Biraz avuttum biraz pohpohladım benliğimi ve para kazanmamı sağlayan eski Osmanlı Evi mimarisine sahip 3 katlı ofisime geldim. 3 katlı ofis dediysem çalıştığım odam 3. kat cumbalı oda. Geldiğime bile sevinemiyorum kopkoyu bir siyah karşılıyor binanın önüne gelir gelmez beni. Bu kadar ciddiliğe lüzum var mıydı ki? Mavi olsa daha ferah olmaz mıydı, yada yeşil? Anlamıyor bu yöneticiler çalışan motivasyonundan. Kapıyı açmak dışında seçeneğim yok tabi usulca ilerliyorum, kapının hemen sağında simetri hastası ve mükemmelliyetçi ama bu özellikleriyle sekreter olabilmiş hanıma günaydınlarımı ilettim olmazsa olmazım efe kahvesinden rica ettim. Osmanlı evi olarak anılmasına rağmen ne dekorasyon ne samimiyet bir osmanlı evini andırmıyor bu ölmüş binada. Herşey korku ve huzursuzluktan ibaret. Patron gelir senin işine karışır hiç anlamadığı halde, sen gidersin bir alt kademeye sararsın, o bir alt derken en son çaycının başına patlar herşey. Toplum yada alt dalı olan ailede de böyle değil midir? Toplumda en güçlü gücü yeteni ezer ta ki aynı mevkilerden bir insan onu durdurana kadar. Peki ya aile? Mesela benim ailem. Babamın uzun iş gezileri sırasında kültür tarafından baba yarısı atfedilmiş saygıdeğer mi bilmem amcalarım, kendi ailelerini yönetememenin bir burukluğu içerisinde benim aileme sararlardı. Anlaşma yok ortada bir tek söz geçer o da evin reisinin sözü.Ya onun lafıyla yaşayacaksın yada o laf ile çamura batacaksın. Söylenmeyede hakkın yok tabi herşey kabulün, severek yapıyoruz. Ailesi tarafından yeterince yüceltilmemiş olan amcam benim hakkımda kararlar alıp karşı koyamayacağım zihniyet ve yaştayken beni egemenliği altına alırken, annemi kocası ile tehdit ederken yada kız kardeşimin giyimine dışarı gezmelerine laf atarken elbette bizi koruyacak bir koca çınarımız yoktu. Olduğu zamanlarda ise kuzenlerimin ihtiyaçlarını giderip amcalarımın gözüne girme çabası içerisindeydi. Dedim ya toplum yada ailede gücü yeten gücü yetene. Ve gün gelip söyleyecek tek cümlen kaldığında ortalık sessiz, kafalar düşünceli, biricik mevki ise halkım için her gerekeni yapıyorum, ömrümü bunun için feda ediyorum ben der aslında yaptıklarından pişman ama kabul etmenin ağırlığını taşıyamaz vaziyette. Seni koruması gereken insanlar başka hayatlara musallat olurken o kişinin akrabaları sana zarar verecek kadar yakınında olmuş olabilir. Napıcaksın düzene karşı mı geleceksin. Gel kardeşim. Sanada yer var.

-Çayımdan bir yudum, derin bir nedes...Soğumuş.

Hiç yorum yok: